Koçgiri Katliamı
1921 yılında Koçgiri bölgesindeki Zara, İmranlı, Divriği, Hafik, Kuruçay, Kangal, Refahiye ve Sarız’da yaşanan ve yüzlerce Kürt Alevinin katledilmesi, binlercesinin dağlarda sefaletle yaşamak zorunda bırakılması..
Dersimden Önce Koçgiri Katliamı
Ebubekir Hazım Tepeyran ın anılarını içeren Belgelerle Kurtuluş Savaşı kitabı Gürer yayınları tarafından geçtiğimiz günlerde yayımlandı.
Tepeyran’ın anılarının bir bölümü ‘Ümraniye (Koçkiri) Olayı ve Nurettin Paşa’ başlığını taşıyor. Tepeyran, Milli Mücadele döneminde,’Koçgiri ayaklanması’ olarak bilinen olaylara ilişkin ilginç bilgiler veriyor, değerlendirmelerini yazıyor. Cumhuriyet gazetesi yazarı Oktay Akbal’ın dedesi olan Tepeyran, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönem Dahiliye Nazır (İçişleri Bakanı)larındandı. Milli Mücadeleyi desteklediği gerekçesiyle işgal İstanbul’unda idam cezasıyla yargılanan Tepeyran, Cumhuriyet döneminde de milletvekilliği ve aralarında Sivas da olan değişik illerde valilik görevlerinde bulundu.
Tepeyran, İkinci Meclis’teki milletvekilliği döneminde Mustafa Kemal’le uyuşamadı, üçüncü dönemde milletvekili olamadı. Oktay Akbal o dönemi şöyle değerlendiriyor: “Anayasa hazırlıklarında Hazım Bey’in kimi önerileri, Mustafa Kemal’in istekleriyle uyuşmaz. Örneğin ayan meclisi ve senato kurulmasından yanadır. Hazım bey Cumhurbaşkanına geniş yetkiler verilmesini, Cumhurbaşkanı’nın hem hükümete, hem TBMM’ye başkanlık etmesini doğru bulmaz.”
Koçgiri, şimdiki Sivas’ın Zara ilçesinin adı. O dönemdeki nüfusunun önemli bir çoğunluğu Kürt-Alevi. Koçgiri katliamının hemen ardından Sivas’a vali olarak atanan Ebubekir Hazım Tepeyran, 1921 yılında yaşanan olayların bir ayaklanma değil, orada komutanlık yapan ve ‘Sakallı Nurettin’ olarak bilinen Nurettin Paşa’nın acımasız bir katliamı olduğunu belgelere dayanarak anlatıyor.
Sakallı Nurettin’in İzmir yangınının da sorumlusu olduğu söylenir. Bir başka icraatı ise Ali Kemal’i İzmit’te linç ettirmesidir. Buna benzer başka eylemleri de vardır.
***
Tepeyran’a göre; Sivas’ın Koçgiri (Zara) kasabasında askerlere bir saldırı olduğu gerekçesiyle başlatılan ‘tenkil’ hareketi çok vahşi boyutlara ulaşmıştır. Yöreye gönderilen Nurettin Paşa 14 Mart 1921 tarihli bildirisinde gelişmeleri şöyle değerlendirmişti: “1. Sivas iline bağlı Zara ilçesi (bu ilçeye ‘Koçkiri’ de denir) sınırları içinde yerleşik bulunan Koçkiri aşiretleri arasına sokulan bazı arabulucu kötü amaçlı kişilerin kandırdığı bu aşiret reislerinden çoğunun rıza ve muvafakatları dışında bir kısım ayaktakımı Kürtler, Ümraniye’deki askeri müfrezeye saldırmış ve bazı subaylarla Ümraniye’de bulunan Zara ilçesi kaymakamını tutuklamışlardır. Bu ayaklanmacılar, davranışlarının nedeni olarak, hükümetin sözde Kürtleri vuracağını söylemesiyle korku ve kaygıya kapılmış olduklarını yaymışlar…” (s.211)
Askerin harekete geçmesi üzerine, şehir eşrafı bir ‘öğüt kurulu’ oluşturarak araya girer ve bir uzlaşma sağlanır. Kaymakam ve subaylar serbest bırakılır. İsyancılar için Sivas’ta ‘harp divanı’ kurulmasına karar verilir. Ayrıca yapılan uzlaşmayı güvence altına almak amacıyla bir taahhüt belgesi de hazırlanır.
Tepeyran o günleri anlatırken şöyle diyor:
“Öğüt kurulu, Zara’dan dönüşünde komutan paşayı görerek, gerek asker göndermenin caydırıcılığının, gerekse yayımladığı bildirinin etkisiyle sorunun böylece çözülmesini uygun görmesinden dolayı kendisini kutlarlar.”
Fakat Nurettin Paşa’nın, “‘Öyle ama, bu kadar asker toplandı, ben buraya kadar geldim; bir şey yapılmazsa olmaz’, dediği ve bunun üzerine askeri harekâtın sürdürüldüğü, Sivas’ta yaygın olarak konuşulmakla birlikte, bu söylentinin doğru olduğunu Şefik Bey bizzat bana söylemişti.” (s.211)
“Böylelikle Ümraniye bucağına ve Zara ilçesinin merkezine bağlı köylerden 76 ve Divriki ilçesinde 57 toplam 132, savaştaki düşman istihkamları gibi yakılmış, yıkılmış ve yüzlerce nüfus öldürülmüştür. Ayrıca bütün mal, eşya, zahire ve hayvanları yağmalanmıştır. Binlerce nüfus da dağlarda, kırlarda açlıktan ve sefaletten ölüme mahkum edilmiştir.” (s.216)
“Nurettin Paşa, hükümetin güvenip kendisine verdiği yetkiyi pek kötü kullanarak yarattığı facialarla yetinmemiş, Koçkiri ileri gelenlerinden öldürülen ya da can korkusuyla dağlarda saklanan kişilerin ailelerini de Sivas’a sürmüştü” (s.218)
Bu değerlendirmeler, olaylardan üç ay sonra Sivas’a vali olarak atanan Ebubekir Hazım Tepeyran’a ait. Zara’nın Alevi-Kürt nüfusu Dersim’den tam 26 sene önce bir katliam ile yüz yüze gelmişti. Üstelik, zaman Milli Mücadele dönemiydi. Anadolu’nun desteğine her zamankinden çok ihtiyaç hissedildiği bir dönemdi.
‘Koçgiri Katliamı’ resmi tarihin pek görmek, göstermek istemediği olaylardandır.
SIDDIKLI ALİ YILDIRIM ANLATIYOR
Koçgiri katlim’ının akabinde Sivas’a vali olarak atanan Ebubekir Hazım Tepeyran, “Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları” adıyla yayınlanan kitabının 74. Sayfasında şunları söyler:
“…130 köyün hiçbir lüzum ve zaruret olmaksızın sırf : ‘Bir kere bu kadar asker toplandı, bir şey yapmazsak olmaz.’ gibi vahşi bir mantıkla tamamen yakılıp yıkılmasına suçlu suçsuz binlerce nüfusun katl(öldürülme) veya açlıktan, sefaletten ölüme mahkum edilmesini muvafakat etmeyeceği pek aşikardı”
Benim burada yaptığım bir kaç örnekle bu “vahşi mantık” ın sebep olduğu dramı anlatmaktır. Bunu yapabildiğim zaman rahatlıyacağımı biliyorum. Kaldıki bu konuda ben tek bilen değilim.
Aşağıdaki yazılardan ilki, Kevenli’li Mehmet dede ile roportaj, 1995 veya 1996 yılında Kurtçe olarak yurtdışında bir dergide yayınlandı. Türkçe’ye çevirerek tekrar yayınlıyorum.
Dr. ALİ K. YILDIRIM
MEHMET KARAKUŞ’UN KOÇGİRİ KATLİAM’INDA ÇOCUKLUK ANILARI
Çocukluğum sırasında çokça kulak misafiri olduğum olaylardan en önemlisi, uzun kış günlerinin değişmez konusu, ”hadise” olarak adlandırılan Koçgiri katliamı idi. O zamanlar, henüz epey küçük iken, olaylar bize kurt hikayelerini andıran birer korku masalı gibi gelirdi. Hatırlıyorum da, bir keresinde dedemi ihtiyarlar ile konuşurken anlattığı o şeyleri, ”hadiseyi”anlatması için epey sıkıştırmıştık. O bize bunun yerine insan kılığındaki “canavar” ile ilgili şeyleri anlatmak istediğinde biz artık dinleye dinleye demode olmuş bu hayali yaratık hikayelerine rağbet etmemiş ve illahi ”hadise! hadise!” diye diretmiştik. Sonuçta dedemi razı ettiğimize, gözleri dolunca, pişman olmuş ve bu ”masalın” başka olduğunu anlamıştık. Dedem’in ve yeğenlerinin ”Babam ve amcam gil gidip cesetlerin içerisinde uzansaydılar kimse belki şüphelenmeyecek ve ele geçirilip Çengelli dağının dibinde toplu olarak öldürülmüyeceklerdi.” sözlerinin beynimde yarattiğı yankı zihnimde hiç silinmedi.
12 Eylül öncesi -ve kısmen sorası- genel havanın etkisiyle bize öğretilenlerin gereği olarak kendimizi bütün bilgilerin kaynağı gibi gösterilen bazı ” klasikleri” ve siyasetlere ait yayınları hatm etmeye hasretmiştik. Olayların canlı tanıklarının anlattıklarının kalıcı kılınması, tarih ve kültürümüze ait çok şeyin araştırılması ile ilgili bilincin öne çıkması her şeyi çözmeye yetmiyordu. Uzakta mülteci olarak yaşamanın getirdiği kopukluk en büyük sorundu. Cunta’dan 13 sene sonra ülkeme gitme imkanı bulduğumda; çocukluklarını Koçgiri katliamı ile yaşamış olan, yakın köylerdeki tanıdığım yaşlılardan geriye kimse kalmamıştı.
Annem’ın amcası Kevenlili Mehmet dede aşağı yukarı 80 yaşlarında; iyi giyinmeyi seven, duygulu, yaşına göre oldukça dinç ve çevik biri. Onunla 1995 yılında Istanbul’da görüştük. O da köyde kimsesi kalmadığından dolayı 60’ından sonra gürültü, kirli hava, pis su ve kalabalık demek olan Istanbul’a göç etmek zorunda kalmış.. Mehmet dede de “görünmeyen” baskının etkisiyle başka bir dilde, Türkçe ile kendisini iyi anlatabilmenin, özelliklede yaşlılar için hayli zor olan kavgasının vermekte. Şimdiye kadar karşışaştığı azbuçuk okumuş takımı kendisiyle sanki tahsilli olmanın biricik göstergesi imiş gibi Türkçe konuştuklarından, Kürtçe konuşmayı yeğlemem karşısında önce kısa bir şaşkınlık geçirdi ise de ortama çabuk ısındı; kendisini anadili ile ifade etmenin rahatlatıcı havası içerisinde küçüklüğünde görüp hatırladığı katliam günlerini anlattı.
Memet Karakuş: Yatıyorduk…Birden bire terteleciler bastı! Annem çamaşırları yıkıyordu .Babam Alican zengindir diye evvala bizim evi bastılar. Dört kişi idiler. Yükülüğün altında tavuk kurk olmuştu. Tavuk çırpınınca “ahan Alican orada yükülüğün altında!” deyip oranın altına girdiler.
Annem oradan kaçıp köy kadınlarının arasına karıştı. Onlar annemin suratına, tanınmasın diye, kurum sürüyorlar. Meğerki amcam Cano aşagıda mahzende imiş. Amcam dışarıya çıktı. Amcam babayiğit biri idi.Yeniköylü(Turk köyü B.N.) Hasan Çavuş’u altına aldı. Elini boğazına geçirip yere vurdu. Diğeri bir sefer ateş etti, ama tutturamadı. Amcam kadınlara ‘ne duruyorsunuz, niye üstüne binmiyorsunuz?’. Kadınlar üstüne atılıp altına alıyorlar…
Babam köyün yukarısında , Nahala Guran bölgesinde kendine bir mahzen(sığınak B.N) yapmış idi. Haykırışları duyan babam oradan çıkıyor. Kardeşim Sabri ağlayarak ‘Baba yetiş,amcamı öldürüyorlar’ diye bağırdı. Babam koşarak geldi. Tertelecilerden genç olanı kaçmayı becerdi. Kardeşim Use, diğer ağabeyim Sabri ile birlikte, adamı arkadan kovaladılar. Use büyük ağbimiz idi, fakat cesaretli değildi. Sabri evin yanındaki harkta kendini adamın ayaklarına atıyor. Adam bir sefer Sabri’yi kolundan tutup savuruyor. Ağbim Sabri çocuk idi, ama sakız gibi adama yapışıyor..
Neyse… onu oradan alıp getirdikten sonra dördünü birbirine bağlıyoralar. Babam bunları götürüp derede öldürdü. Sonra babam ‘durmayın şimdi köyü basacaklar!..’ dedi. Biz köyden çıktık. Müfreze köyü bastı. Babam ile amcam geride kaldılar.
Kardeşim Nuri’yi kalçasından vurup kemiği parçalamışlardı. Amcam Rıza’yı da omuzundan vurmuşlardı Onlar Kevreş’te(Karadaş’ta) çatışmaya girmişlerdi.
Gide gide Şuxlu’nın düzlüğüne vardık. Askeriye her tarafı sardı. Biz gidip dönüp dolaşıp gelip Xaskoy’e(Hasköy) girdik. Bir baktık ki küyümüzü alevler sarmış. Qoniqesi(Koyunkaya) yanıyor, Ağızger(Atlıca) yanıyor. Gökyüzüne ateş fışkırıyor. Karaçayır’ı, Karlık’ı ateşe vermişler. Hepsi alevler içerisinde.Tabii biz yüksek yerdeyiz. En sonunda köyde kimsenin kalmadığına kanaat getirince geceleyin çıkıp köye geldik. Açız, susuzuz. Dolaştık, dolaştık köyde bir dana bulduk. Danayı Amcam Mehmed Ali’nin tamamen yanmamış evinde kestiler. Ezize gil odunları üst üste dizip eti pişirdiler. Danayı yedik. Tadı hala dadamağımda . Aç ve susuzluktan nerede ise kendimizden geçiyorduk. Un çuvalları yanmış idi, ama yinede ortada yanmayan bir damar kalmış idi. O çuvalları balta ile kesip kesip ortada az beyaz un çıkarttılar. Unu hamur edip ekmek yaptılar. Ekmeği yedikten sonra babam bizi köyün dışına yer altında kazdığı mahzene götürdü. Diğer insanlar dağlara vurup Dersim’in yolunu tutmuştu.
Sonra dedem’in evine gitmek için Karlık(Qarlıx) köyüne gittik. Oraya vardığımızda topal osman çetelerinin Ortaköy, Kevreş, Kanisorık, Qelereşık’tan kadın ve çocukları toplamış olduklarını gördük. Efendim Lazlar oradı silahları çatmışlar. Biz tir tir titriyoruz. Lazların hepsi başlarına siyah başlık geçirmişlerdi. Onlar dereye gidip iki ihtiyarı getirdiler. Hesene Seyid ve Husene Seyid’i getirdiler. İkisini birbirine bağladılar. Biri kamasını çekerek Hesenê Seyid’in sırtına sonuna kadar batırdı. Adam öyle bağırdı, öyle bağırdıki… diğeri de çökerek iki üç sefer ateş etti. Her ikisini de yanımızda devirdiler.
Lazlar orada silahlarını aldılar. Bizi toplayıp sığır sürüsü gibi önlerine kattılar.. Belki 200-300 kişi idik. Hepsi de çoluk çocuk ve kadınlardan oluşuyordu. İçimizde yetişkin hiçbir erkek yoktu.. oradan Gırrık’a gittik… aşağı ve yukarı Gırrık’tan da kadın ve çocukları topladılar. Konak köyünde dereyi geçerken vurularak öldürülmüş delikanlıları gördük. Delikanlılar şişmiş. Kartal ve akbabalar üzerine konmuş; bir cesetten kalkıp diğerine konuyorlar. Biz bir taraftan ağlıyor bir taraftan da yürüyoruz. Neyse cesetleri geçtik. Bizi Cefan köyüne götürdüler. O insanların hepsini Cefolu Haydar Beg’in ahır ve samanlığına sürdüler. Kapıyı üzerimize kilitlediler. Topal Osman Cefolu Haydar Beg’in yanında idi. O daha önceden devletle ilişki kurmuştu.
-O Mıstıkan kabilesindenmiydi?
Memet Karakuş: evet onlar da Koçgiri’li. Neyse o geceyi orada geçirdik. Heyder Beg yalvarıp yakarmış ve demişki: ” Bu fakir ve fukaraları birak. Ne için onları öldüreceksin?”. Biz her an ateşe verilip yakılacağımızı bekliyoruz.. sabaha kadar aç ve susuz… Bağırıp yalvarıp yakarıyoruz…Aç ve susuzuz…Millet yer darlığından iyice sıkışmış. İçerisi çok sıcak. Susuzluktan ağzımız kilitlenmiş. Neyse sabahleyin kapıyı üstümüze açtılar. Dışarıda karla karışık yağmur yağıyor. Sokakta kirli bulanık bir su akıyor. Kalabalık çöküp o pis suyu içti.
Herkes dağılmaya başladı. Karlık’a geldik. Annem orada bize yenilecek birşeyler buldu. Biz sadece ekmek yedik. Paci’ye doğru yola koyulduk. Ardıçların bulunduğu mevkiden aşağı doğru indik. Değirmenin bulunduğu yerden Kızılırmağ’ın diğer tarafına geçtik. Meğerki babam bizi görmüş. Karapınar’ın yokuşunu çıkarken biri “çocuklar gelin! Çocuklar korkmayın gelin! ” diye haykırdı. Sabri “Aha! Babamın sesi geldi” dedi.Biz hızla gittik. Babam bizi saklanmak amacıyla yaptığı mahzene koydu. Kapıyı üstümüze kapattı. İçeride çıt dahi çıkmıyordu. İçeride ekmekte, su da vardı. Suyumuzu da içtik. Geceleyin annem ile babam bize erzak getiriyorlardı. Gündüzlüyin kimse dışarı çıkmıyordu. Kız kardeşim Gulistan çok ufak idi. Babam “huş!” diyince hemen sesini kesiyordu. Öyle babamdan korkuyorduki…öyle korkuyorduki.. Neler başımıza geldi…!
-Peki o seneyi nasıl geçirdiniz? Yiyecek, giyecek birşey yoktu. Un yoktu. Herşey yakılmıştı?
Mehmet: Sonra millet teslim oldu: Dersim’den adamlarımız geldi.
Hükümet onların gelişini serbest bıraktı.
OSMANLI SONRASI İLK İCRAAT: KOÇGİRİ KATLİAMI
Babamın dayısı Nair efendi’nin oglu olan Ali Yıldırım ile agustos 2011 yılında koyumuz Sıddıklar da sohbet etme imkanı buldum.. Nayır Efendi, amca çocuğu dedem Hasangazi, diğer amca oğlu Nazım amca ve Apé Dursun gibi ufak yaşlarda Koçgiri katliamı sırasında büyük ızdıraplar yaşamış isimlerden biri. Ali amca’nın oglu Bezat, TİKKO içerisinde iken karanlık bir şekilde katledildi. Ölüm Kürd’ü hiç yanlız bırakmadı. Dedeler ve torunlar! Değişik tarihlerde aynı kaderi paylaşan insanlar ve onların tarihleri…
Dersim katliamı ile ilgili tartışmaların yaşandığı bu günlerde, Koçgiri katliamı’nın sadece kısmi bir boyutunu konu eden bu sohbeti ; insaf sahibi insanlarla paylaşmak, demokrasi isteyen herkesin yararına. Yeterli tepki gösterilmemesi nedeni ile, Dersim katliamına Koçgiri katliamı ile açılan yoldan varılmıştır.
Bir noktanın altını çizmekte yarar var: Tek parti dönemini ve de o dönemin diktatörünü eleştirilemez bir tabu olarak görmeye devam etmekle gerçek bir ilerleme sağlanamaz. İttihad Teraki ve tek parti dönemi ile geliştirilen kültür ve terbiye Kürt muhalefeti de dahil herkesi değişik biçimlerde etkiledi. İki tarafta sivillere karşı hoşgörüsüzlük ve saldırganlığın nedeni öncelikle bu ‘ortak’ terbiyedir.
SIDDIKLI ALİ YILDIRIM ANLATIYOR
Sohbetimize Ali amca gülerek “Ali Kemal eski meselere çok ilgi duyuyor” diyerek söze başladı. Ve sonra devam etti:
-Topal Osman çeteleri Axtepe’den bizim köye inmeden önce Bekiranlılar’ın göçü ile çatısmaya girerler. Bekiranlılar fazla dayanamayıp çoluk çocuk aşağı doğru kaçmaya başlarlar. Bu arada çok kişi öldürülür. Büyük Axdepe’nin dibinde Alisér Efendi’nin konağı ateşe verilir. Anlatılanlara göre bir hafta boyunca konaktan duman çıkar.
Osman’ın çeteleri daha sonra ilki Nahala Sur, ikincisi Kevıré Sur, üçüncüsü Tayé Salan olmak üzere tepeleri tutarak üç koldan ilerlerler. Amaçları bir çevirme hareketi ıie hareketin merkezi olarak gördükleri Alişér’in köyü Axızger(Atlıca) ile Haydar Beg’in köyü Karapınar ahalisini ölü veya sağ ele geçırmektir.
Büyük deden Apé Nuri Topal Osman kuvvetlerinin yaklaştığını görünce atı Mahina Şére atlayarak komşu köy olan Haydar Beg’in köyü Karapınar’a yönelir. Kendisine kurşunlar isabet etmesin diye eğilerek atına yapışır. Bizimkiler birşeye karışmamış olduklarından önceden kaçmıyorlar. Ayrıca ailesini çoluk çocuğunu bırakıp nereye gidecekler?
O sırada Nizamiye Karapınar’a girmiş, etrafa “Topal Osman’dan kurtulmak istiyorsan Karapınar’a Nurettin Paşa kuvvetlerine sığının” haberleri iletilmiştir. O nedenle halk Karapınar’a akın etmektedir.
Karapınar’da çok insan öldürülür, etraf cesetlerle doludur. Ufak bir ihtiyar olan Ağızgerli Medin yoksul ve perişan görünmek için elbiselerini yırtmış ,yüzüne kurum sürmüştür. Tanınmamak ve belkide yoksula merhametli davranırlar diye böyle yapıyor. Medin orada bir ara Apé Nuri ile karşılaşıyor. Medin nasıl yapıyorsa kaçmayı beceriyor, bir süre dağda saklanıyor ve kurtuluyor.
Kendisi SünnüTürk olan Goralis’li Şahsuvaroglu Mahmud Bey de oradadır. O kişilerle ilgili, yetkililere direk bilgi verir. Mahmud Beg bir ara Nuri amca’nın yanına gelir: “Nuri ağırlığın kadar para ver ve ölümden kurtul” der . Nuri amca birşey vermez.
Nuri amca bir ara karanlığı fırsat bulup gözden kayboluyor. Cesetlerin arasına girerek gizleniyor; fakat bakıyor olmuyor, hava çok soğuk, üstelik gündüzlüyün farkedilme riskide var; oradan çıkıp bir kar kütüğünün dibinde bir süre gizleniyor. Yine bakıyor soğuktan donacak, Türk köyü olan Bapsu’ya kivralarına sığınmaya karar veriyor.
Bapsulular o zaman kadar ‘ kivralalarımıza yardım edecegiz’ diyerek bizim köyü boşalatmışlar: Aileler ile birlikte; mal-davar, koyun sürülerini, yatakları, halıları,değerli herne var ise götümüşler. Dedem Mustafa’da oraya sığınmıştır.
Aynı Mahmud Beg iki askerle gelip Bapsu’ya sıgınmış insanlardan para topluyor. Dedem Mısté para veriyor. Amcam Nuri de altın ve paraları bulup getirtmek için köye birisini gönderiyorsa da yetişmiyor. O sırada Topal Osman’ın komutanı Kel Hasan, mahiyeindeki 60 çete ile birlikte, Bapsu’ya giriyor;.köyde topladığı Kürtler’i de diğer esirlere katarak Çengelli dağının yolunu tutuyor. Kel Hasan o sıra çocuk olan Apé Nazim’i önüne kattığı guruptan ayırıyor, bunu gören Ağızgerli baba oğlu İzzet’ide Nazim amcanın yanına gitmesi için o tarafa doğru itiyor. Kel Hasan buna da ses çıkarmıyor.
Dedem Mısté bir ahırda saklanıyormuş, gelip orada buluyorlar. Henüz çocuk denecek kadar genç olan babam da aynı ahırda imiş, ahır yıkık olduğundan o diğer tarafta gizlenmiş. Babamı görmüyorlar, o sayede kurtuluyor.
Çengelli dağının dibinde, Buğanak köyünün üstlerinde, değirmene yakın bir yere vardıklarında mola veriliyor. Her seferinde iki kişi “komutanın atı suya düştü, yardım edin ” bahanesi ile seçilip götürülüyor ve teker teker süngülenip öldürülüyormuş. Gidenlerin geri gelmediğini gören dedem Mısté bakıyor hepsini öldürecekler bağırıyor: “Bunlar hepimizi öldürecekler, bize taştıttıkları yüklerden zaten belamızı bulduk, kaçın kurtulun diye bağırıyor”. O sırada kaçanlardan Kutan’lı(Gökdere’li) Telli gillerden Hemo kurtuluyor. Diger esir halk kurşun ve süngülerle orada öldürülüyor. Dedem Mustafa vurulduğunda kelim-i şahedet getiriyor. Asker “ulan adam meğerki müslüman imiş …” diyor. Hemo daha sonra köyünün yukarısında öldürülüyor.
Sabahleyin Sünnü Türk köylerinden terteleciler cesetlerin üstüne üşüşüyor, sağ kalanların başını taşlar ile ezip öldürüyorlar; sonra da üzerlerinde ne varsa alıyorlarmış. İçlerinden Kandil köyünden olan biri ölü rolü yaparak kurtuluyor. Oradan te Ağızger’e kadar yürüyor. Burada Medin gil yaralarını dikiyorlar.. Bu olanların hepsini de o adam anlatıyor. İsmini şimdi hatırlamıyorum, ama adam son zamanlara dek yaşıyordu..
Dedem Mısté götürüldükten sonra, babam bakıyor etrafta sesler kesiliyor, kapı aralığına yanaşıp dışarı bakıyor. Bakıyorki ne görsün , deden Hasangazi dışarıda yanlız başına ağlıyor. Babam alçak sesle ‘Hesengazi…! Hesengazi…!’ diyor. Deden amcam Nuri ve dedem Mısté’nin bir yanda götürüldüğünü söylüyor, bir yandan da hıçkırıyormuş. Tabii babam dedemden daha büyük, “gel buradan kaçalım ” diyor. Ve kaçmaya başlıyorlar. O ara onları gören bir kadın “Kürt kaçtı! Kürt kaçtı” diye yaygarayı basıyorsa da Suna Hanım “ulan Kürt uşağı durmayın, durmayın kaçın!” diye bağırarak onları cesaretlendiriyor. Yoksa köylüler babam’ı da yakalayıp teslim edeceklerdi.
Dedenle babam bir süre bayırda gizlendikten sonra , etrafta kimsenin olmadığından emin olunca köye iniyorlar. Evler yakılmış, ama bir iki ahır tümden yanmamış. Yanık un ve buğdayı kazıp yenilebilecek olanla karınlarını doyuruyorlar.
Yani tam bir felaketmiş. Yetişkinler öldürülmüş, ölmeyenlerde ölüme terk edilmiş. Etraf gömülmeyen ve kurtlanan cesetlerin kokusundan geçilmiyormuş. Aç kalan sahipsiz köpekler bu cesetleri yıyor , sonra da kuduruyorlarmış.
Dedem Mustafa ve Apé Nuri varlıklı imişler. Dedem bakıyor köy basılacak, önceden odanın duvarını açıyor, oradan yeri duvar boyunca epeyce eşiyor ve ardından dikine eşip eğer (heqip) dolusu altınları ve parayı oraya gömüyor. Duvarı tekrardan yapıp üstünü sıvazlıyor. Vurgun olduğu zaman Topal Osmanı’ın çeteleri gelip yakmadan önce evin her tarafını kontrol ediyorlar. Duvardaki sıvanın eski olmadığı fark ediliyor; duvar açılıyor. Fakat adamlar dikine eşiyorlar, böylece bir şey bulamıyorlar. Sonradan babam gidim onları çıkarıp başka yere gömüyor. Babam dedenin de altın ve paralarını saklıyor.
Bu paralarla yeniden ev yapılıyor; hayvan , yiyecek giyecek alınıyor. Paralar gene Turkler’e akıyor. Geçinecek durumda olmayanlar durumu biraz iyi olanların yanına yerleşiyor.
En sonunda, deden Apé Hesengazi, Babam Nair, amcam Haydar Yukarı Çulfalı Haci yé Hesen Begé ile birlikte İmranlı da manufatura dükkanı açıyorlar.Goralis köyünden il encümen üyesi olan kişi bunu rapor ediyor. Ceza olarak bu sefer varlık vergisi kesiliyor. Deden 800 altın, babam 500, amcam 500 altın ödüyor. Diğer ortağın ne kadar ödediğini bilmiyorum. Burada Alevi Kürttür diye çok insana bu varlık vergisi cezası geliyor. Bizimkiler cezadan sonra dükkanı işletemiyorlar ve dükkan kapatılıyor. Memlekette varlık sahibi kimse kalmayınca iş için gurbet yollarına düşülüyor. Sonuçta velhasılı kelam hepimiz büyük şehirlerde işçi olduk. Şimdi onu da bulmak zor.
Sohbetin sonlarında gözüm Ali dayının taşıdığı Atatürk rozetine takılıyor. Bu anlatılanlardan sonra rozeti takmasına anlam veremediğini söyleyince, Ali amca sorumluluğu Sakallı Nurettin paşa ve Topal Osman ile sınırlandırmayı deniyorsa da olmuyor… Bunun üzerine” canım Mustafa Kemal olmasa idi memleket hacı ve hocaya kalacaktı “diyor. “Niye Sakallı Nurettin Paşa ile Topal Osman hacı ve hoca değilmiydi , üstelik başkomutan tarafından korunmadılarmı? ” diyince Ali dayı gülerek “ne yapalım savaşalımmı?” diye soruyor. Ben şiddeti onaylamadığımı belirttikten sonra doğruları söylemenin yeterli olduğunu vurgulayıp sohbetimizi bitiriyorum. Bu arada Kılıçdaraoğlu ile benzerlik üzerine düşünmekten kendimi alamıyorum.
Not: Katliam mıntıkasına komşu olan Giliç köyü’nin eski muhtarlarından Adil amca Boğanak köyünde öldürülenlerin sayısının 70 kişi olduğunu bana söyledi. Yaygın kanı ise sayının daha kalabalık olduğu, birkaç yüz kişiyi bulduğu doğrultusunda.
Öldürülen insanlar arasinda Kevenli köyünden, annem’in amcazedeleri Remzi ve Süleyman’da bulunmakta idi.
AŞAĞI ÇULFALI GÜL ÇAKMAK ANLATIYOR
-Bizim köy aşağı Çulfan’dan 37 kişiyi Konak’ın deresine götürüp öldürüyorlar. Ebem Karagülü Konak’lı idi. Dedem’in adı Mustafa Çavuş idi, dedem de öldürülüyor.
Yukarı Çulfan ile Aşağı Çulfan’ın insanlarını bizim köyün yukarısında kendirlere bağlıyorlar.
Ebem Karagülü Konak’a gidince derede ölüleri görüyor. Tavuklar onların etini yiyiyor. Ebem ondan sonra tavuk eti ve yumurtasını ağzına vurmadı.
BADUNLU DANIŞ YAMAN ANLATIYOR
Bizim köy yakılmayan istisna köylerden. Bizim köye girdiklerinde bu köyde namaz kılan varmı diye soruyorlar. Meğer adamın biri askerde namaz kılmasını öğrenmiş. Adam namaz kılınca bizim köyü af ediyorlar, köyü yakmıyorlar.
QELEREŞIKLI NECATİ KARAKUŞ ANLATIYOR
Kutan’da (Gökdere) Telli ve oğlunu çoluk çocuğun gözü önünde kesiyorlar. Tell’nin kızı hanım olayı gözleri ile görüyor.
Bizim köyde Topal osman’ın bir yakını öldürülüyor. Topal Osman Haydar Baba tepesinde topları biz köye bağlıyor. Askerler köyün etrafını çeviriyor. Çoluk çocuğu kovalıyorlar. Kadınlara tecavüz ediyorlar. Hamile kadınların karnına basıyorlar. Kendini kurtaran ormana Karanlık Dere denen yere kaçıyor. Topal ormanı yakıyor. Orada 40-50 kişi ölerek can veryor.
17 yaşında bir çocuk kendini damdan aşağı atıyor. Topal’ın çeteleri gidip onun cinsel organını kesiyorlar.
YUKARI ÇULFALI ALİ YE EZİZ ANLATIYOR
O zaman çok büyük darbe aldık. Ben yetişmedim ama, bizim şöyle iki kat odamız ( Bu arada eliyle odanın yüksekliğini ve uzunluğunu çiziyor B.N.)varmış. Topal Osman bastığında bizim o odanın arkasında 61 kişiyi kendire dizerek duvarı üstüne deviriyorlar.
Aleviler her dönem zulüm gördüler cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda yeni cumhuriyette alevileri düşman görmüş ve katletmişler bu katliamlar her daim diri tutulmalı ve genç nesillere cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanılan zulümler anlatılmalı.
Aleviler cumhuriyet dönemin de dersim ve koçgiri ki, bu katliyamlar mustafa kemal bizzat hayattayken yaşanılmıştır daha sonrada yakın dönemde sol partilerin iktidar olduğu zamanlarda aynı zulümler sivas olayları-hayata dönüş operasyonları-devam etmiş. bir çok zulum iktidarın sol olduğu zamana denk gelmesi düşündürücü…